1 Mart 2017 Çarşamba

Liguria ve Pesto sosu

Liguria ve Pesto sosu
İtalya'nın kuzeybatısında bulunan Ligurya bölgesi (Cenova/Portofino) tarihsel anlamda aslında bize çok yakın olan, ancak henüz pek de bilgi sahibi olmadığımız bir güzellik.
İtaya-Fransa turumuzda 3 bazen de 4 gece konaklama yaptığımız bu bölgenin başkenti Genova'da (ki bizlere "ceneviz" olarak geçmiş) sıkça karşılaştığımız restoran menülerindeki "pesto alla genovese (Ceneviz usulü makarna) nedir?" diye sıkça soru soran misafirlerimize kısa bir pesto sosu tarifi vermek istedim.
Öncelikle sosun hazırlanmasında ana madde fesleğen (italyancası basilico). Ancak, bu fesleğen diğer bildiğimiz fesleğenlere benzemiyor (en azından Cenovalıların iddiası bu yönde). Nerdeyse bir roka yaprağı büyüklüğünde yöreye has Pra' fesleğeni kullanılmalı sosu hazırlarken.
Diğer madde ise, çam fıstığı ( Sicilya bölgesininki tercih edilmeli derler Cenovalı ustalar)
Olmazsa olmazımız, sarımsak ve zeytinyağı ve son olarak parmezan peyniri (parmigiano reggiano) ile sosun içeriği hazır oluyor.
Pesto kelimesi İtalyanca'nın kaynağını oluşturan Latince'den gelen bir kelime. Pesta (ezmek) anlamına geliyor ve içeriğindeki malzemelerin tercihen bir mermer veya tahta havanda ezilmesi manasını içeriyor. Romalılar döneminde moretum denilen yine aynı tarzda hazırlanan peynir, sarımsak ve çeşitli oların ezilerek yapıldığı bir sos mevcutmuş, ama Pesto sosun olmazsa olmazı tabii ki fesleğen.
Peki, bu sosu nasıl hazırlıyoruz?
Önce sarımsak ve çam fıstığını havanda ezerek bir krema haline getiriyoruz.
Daha sonra, önceden yıkayıp iyice kuruttuğumuz Ligurya bölgesi fesleğenlerimizi yine bu karışımın içinde ezmeye devam ediyoruz.
Sonrasında, ancak, parmezan peynirimizi ekleyebilir ve sosumuzu hazır etmiş olabiliriz.
Tabii, zeytinyağı eklemeyi ihmal etmiyoruz. Burda işin püf noktası kullandığımız yağın sızma zeytinyağı olması.
Bu karışımı buzdolabında bir haftaya yakın saklayabilir veya derin dondurucuya atarak aylarca muhafaza edebilirsiniz.
Cenovalılar bu sosu sadece makarna ile değil haşlanmış patates ile yaptıkları salataya da ekliyor ve muhteşem bir ızgara balık garnitürü de oluşturuyorlar.
Son soru: "Peki hangi makarna türü tercih edilmeli?"
El cevap: Öncelikle, gnocchi (niyokki diye okunur) ve trofiette tercih edilmeli. Ama, aslında her tür makarna ile çok hoş uyum sağlayan bir sos pesto.
Afiyet olsun. :)

Turizmde Avrupa Pazarı Unutuluyor mu?

TÜRSAB'ın Şubat 2016 başında http://www.rehbergundemi.com/tursabdan-hukumete-mektup.html sayfasında yayınlanan hükümete mektubunu okuduktan sonra "nereye gidiyoruz?", "Avrupa pazarı gözardı mı ediliyor?" sorularına cevap ararken aklıma gelenleri sizlerle de paylaşayım.
     Ankara'da uzun yıllar İtalya Devleti' nin büyükelçilik görevini yapan Carlo Marsili, neden Türkiye'nin AB'ye alınması gerektiği hususunda uzunca bir yazı kaleme almış ve bunu haziran 2009'da bir broşür olarak yayımlamıştı.
         Birçok maddeden oluşan ve Türkiye' nin haklılığını tek tek sıralayan bu yazıda benim dikkatimi bir madde daha çok çekmişti.
    2008 yılında Türkiye' yi 23 milyon yabancı turistin ziyaret ettiğini ve bunun büyük bir çoğunluğunun Avrupalı olduğunu dolayısıyla Türk toplumunun açık bir toplum yapısına sahip olduğunu anlatıyordu Büyükelçi. 
       Geleneksel değerlere sahip olan Türkiye' nin çok yönlü sosyal bir yapıya sahip olduğunu, laikliği tehdit edebilecek muhafazakar eğilimlere karşı da modern dünyayla turizm sayesinde iç içe yaşayan Türk toplumunun bir antikor geliştirdiğine dikkat çekiyordu.
    Yani, kısaca, modern ve Avrupalı kültürle turizm sayesinde bütünleşen Türkiye'nin aşırı muhafazakarlığa kaçmasının biraz zor olduğunu söylüyordu ki, son derece doğru bir tespitti bence. 
      Yıllar önce, 80' lerin ortasında ilk kez Konya'ya gittiğimde ramazan ayı nedeniyle açık bir restoran bulamamıştık. Beri yandan, turizm nedeniyle açılan restoranlar bırakın ramazanda yemek vermeyi, içki bile satıyorlardı. işletmecisi ne kadar dinine bağlı olursa olsun "açık toplum" felsefesini benimsemiş, bundan bir rahatsızlık duymadan bu tutucu şehirde ticaretin keyfini çıkarıyordu.
          Peki ya şimdi?
       Avrupalı turist, içine düştüğü mali kriz nedeniyle yavaş yavaş gezme lüksünden vazgeçerken, öncelikli olarak can güvenliğinin bulunmadığı ülkeleri terk ediyor. Avrupalının elini ayağını çektiği ülkemize de, kendi ülkesinde asla göremediği yeşillik, orman, şelale, çağlayan, yayla gibi sadece cennette vaat edilen yerleri dünya gözüyle görmeye can atan paralı körfez ülkeleri turistleri ise akın ediyor.
      Bunun, siyaseten hükumet için ikinci bir getirisi daha var: Laik dünya yaşamına uyumlu Avrupalı turist ülkenin manevi değerlerini artık erozyona(!) uğratamayacak. Örnek, artık Konya'da Ramazan ayında "turist için açık tutuyoruz restoranı" gibi bahaneler ortadan kalkacak. ya da "turist için alkol satıyoruz" gibi bahaneler de tükenecek.

Bidet ya da Bide Nedir ?

LÜZUMSUZ (ya da gerçekten faydalı) BİLGİLER

 BİDET ( bide )
            Kendisiyle ilk tanışıklığım 8 yaşımda olmuştu. Çok merak etmiştim tuvaletteki klozetten başka klozete benzeyen ama gideri konusunda çocuk aklımla şüpheye düştüğüm bu nesneyi. Babam bir çırpıda anlatmış, ne olduğunu anlamıştım bide'nin.
           Yıllar geçti, ancak bu sefer işim dolayısıyla İtalya'ya sıkça yaptığım yolculuklarda bazı cesaretli misafirlerimin sorduğu sorular karşısında bu nesnenin yurdumuzda hiç de tanınmadığını anladım. Anlattığım bilgiler karşısında bazen şaşıran da oldu, bazen dalga geçtiğimi düşünüp müstehzi bakışlar fırlatan da... Ancak bide denilen nesnenin ayak yıkama yeri olduğu konusunda çok da dirayetli bir biçimde ahkam kesmeye çalışan, Avrupa'da eğitim almış üst düzey bir bürokratın bu yanlış fikrinde ziyadesiyle ısrarcı olması karşısında dayanamayıp bu yazıyı kaleme alma gereği duydum.
             Fransızcadan türeyen "bidet" (ki bazıları PONY de diyor: Kullanımı esnasında bir "pony" cinsi at'a biniliyormuş izlenimi verilmesi sebebiyle bu ismi alır) aslen Kelt kökenli bir kelime olup, "küçük şey" manasına gelir. Fransızlarda ilk kullanımı 17. yy sonlarına doğru olduğu tahmin edilmektedir. İlk kez soylu Fransız kraliyet ailesi bünyesinde kullanımı 1710 yılıdır. Mucidi kimdir pek bilinmez. 
                İtalya' da ilk kullanımı ise Napoli-Sicilya krallığı bünyesinde olmuştur. Yine anlatılanlara göre İtalya Birleşik Krallığı kurulup da Napoli-Sicilya Krallığı bir merkeze bağlanınca envanter çıkarmak üzere kuzey İtalya'dan gelen sayım memurları ne işe yaradığını anlamadıkları bu şeye "Mandolin görünümlü ne işe yaradığı bilinmeyen nesne" adını vermişlerdir. O derece yani...
         Büyük bir ihtimalle lazımlık olarak kullanıldığı ilk dönemlerden sonra 1900 lerin başından itibaren banyoya, klozetin yanına taşınmıştır. Bidet, yaygın olarak Avrupa ülkelerinden Yunanistan, İspanya ve Portekiz'de kullanılmaktadır. Ancak, 5 yıldızlı ve 4 yıldız lüx sınıfa giren otellerde konulması yasal zorunluluk olan tek ülke İtalya'dır. Fransızların 1995 yılında yaptıkları bir araştırmaya göre İtalya'nın %97 si, Portekiz'in ise % 92 si bu nesneyi kullanıyor.Almanya'da kullanımı % 6 iken İngiltere'de %3 tür.Çok ilginçtir ki mucidi ülke olan Fransa'da bu oran % 43 olarak veriliyor. Sebebi tamamen ekonomik: yeni nesil evlerde metrekare olarak kısıtlı bir alan olması gösteriliyor.İngiltere ve ABD'de evlerde pek kullanılmıyor. Hatta, öyle ki nasıl kullanıldığını bile bilmedikleri için kullanım videoları youtube'da en çok izlenen videolardan biri. örnek bide nasıl kullanılır
          Aslında Amerikalıların bide ile ilk kez tanışması 2.Dünya Savaşı sırasında olmuş. Fransız genelevlerindeki kadınların ilişki sonrası genital organlarını burada yıkamaları ABD li askerlerin bu nesneyi kirli kabul etmelerine de neden olmuş.
           İlginç bir makale de şu olabilir http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2014/10/18/bidet-use.aspx
          Türkçe kaynaklarda gerçekten çok kısıtlı bilgi var. https://tr.wikipedia.org/wiki/Bide
       
SONUÇ : BİDE AYAK YIKAMA YERİ DEĞİLDİR !
Ama isterseniz, siz öyle kullanın :)


Mescid-i Aksa

Mescid-i Aksa / Kudüs
         İsrail Kudüs turunun belki de en önemli ziyaret durağı olan Mescid-i Aksa tek tanrı inancına sahip 3 ibrahimi dinin en kutsal saydığı mekanların başında geliyor. Hatta öyle ki İslami inanışa göre Medine ve Kabe’den sonra en önemli mabetlerin arasında üçüncüsü olarak sayılıyor.
         Mescid-i Aksa’ ya sadece İslamiyet penceresinden bakılacak olursa söylenecek ve anlatılacak çok şey var. Bunların başında da hiç şüphesiz İslamiyetin peygamberi  Hz. Muhammed’ in miraca yükseldiği  yerin bu mekanda bulunuyor olması geliyor. Aslında söz konusu bu alan Tapınak tepesi olarak adlandırılıyor ve Kubbet-üs Sahra da Mescid-i Aksa ile birlikte bu alanın yapılarından en önemlisi.
Kudüs’ü daha önce gezip görmeyen veya bu bilgiye erişemeyenler genelde Mescid-i Aksa ile Kubbet üs Sahra’yı aynı yapılar sanmaktadır. Her ne kadar her ikisinin de içinde namaz kılınıyorsa da Mescid-i Aksa tam anlamıyla bir camii olup apayrı bağımsız bir mimari eserdir, Kubbet üs Sahra ise daha ziyade  ufak ama kutsal bir mescit havasındadır. Muallak taşının bulunduğu bu yerin üstüne sekizgen bir yapı olarak kubbeli bir mimari tarzda inşa edilmiş olan Kubbet üs Sahra Hz.Muhammed’in miracı sırasında ayaklarını yere en son bastığı nokta olarak kabul edilmekte ve bu yüzden de manevi açıdan daha bir önem kazanmaktadır. Kubbetü-üs Sahra, görsel  hafızamıza altın kubbesiyle kazınan, Kudüs’ün simgesi sayılan sekizgen yapı olup, Mescid-i Aksa ‘dan tamamen bağımsız apayrı bir mabettir. Her iki islam mescidinin bulunduğu bölgeye Müslümanlar Harem-i Şerif adını veriyor.
“Peki ya Mescid-i Aksa nedir?” diye soracak olursak, hikayesi uzun ve ilginç bir konu karşımıza çıkıyor. Dilerseniz şöyle başlayalım: Her şeyden önce Arapça’da  “Mescid” kelimesi bizim Türkçemiz’deki  “Cami” kelimesi ile eş anlamlıdır.  Arapça’da kısaca “El Aksa” olarak da adlandırlıyor. Bunun nedeni, “uzak” anlamına gelen Arapça’daki  “aksa” kelimesinin Mekke’deki Mescid-i Haram’dan uzak olmasını ifade ediyor olmasıdır. Ki bu konu Kuran-ı Kerim’in İsra suresinin 1. ayetinde aynen geçmektedir. O zamana kadar Beyt-ül Mukaddes, ( ya da Beyt-ül Makdis)  olarak anılmakta olan Mescid-i Aksa, daha öncesinde , ya da bir başka deyişle, İslamiyet öncesinde neydi peki? Bunu anlamak için tarihe bir göz atmak gerekiyor. Sizleri sıkmadan kısaca bir bakalım o zaman.
Kudüs bölgesinde ilk bilinen ve yaşamış olan toplum olarak Yebusileri görüyoruz. Daha sonra bölge Mısır Firavunlarının egemenliğine giriyor. M.Ö 1000 yıllarında İsrailoğullarından Kral Davut Kudüs’ü ele geçiriyor ve bu tepeye bir  tapınak inşa ediyor. Kral Davut’un yaptırdığı bu tapınak daha sonra oğlu Süleyman döneminde daha da imar edilerek Süleyman Tapınağı olarak biliniyor ve ihtişamı nedeniyle tüm antik dünyada nam salıyor. Ancak Süleyman’ın ölümüyle birlikte İsrailoğulları buralardaki hakimiyetini kaybetmeye başlıyor. M.Ö. 6.yüzyıla gelindiğinde Babil kralı Nebukadnezar Kudüs’teki bu tapınağı yıkıp Yahudileri Babil’e sürgüne gönderir ve Beyt-ül Mukaddes tapınağnı da yerle yeksan ediyor. Ancak, akabinde Babillerin, Persler’e yenilmesi sonrasında Yahudiler  50 yıllık sürgün sonrasında Kudüs’e geri dönüp, tapınaklarını yeniden inşa ederler. İşte buna da 2. tapınak adı verilir.
2. tapınak Kral Herod döneminde yeniden imar edilse de M.S.70 yılında Roma İmparatoru Titus, Kudüs’ü fetheder ve şehri  yerle bir etmekle kalmaz, tapınağı da yıkıp 7 kollu şamdanı da buradan alır ve tüm Yahudileri sürgüne gönderir. Buraya kadar Yahudiler için son derece önemli olan Süleyman Tapınağı’nın hikayesini görmüş olduk. Ancak, bu noktadan sonra tarih hikayemiz biraz karmaşıklaşıyor. Nedeni ise, tam da bu dönemde Kudüs ve civarında hızla yayılmaya başlayan yeni din Hristyanlık devreye giriyor. Hz. İsa bu topraklarda peygamberliğini ilan etmişti. Ancak, bu topraklarda hüküm süren Roma İmparatorluğu 4. Yüzyılda Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmış ve Kudüs Doğu Roma’nın egemenliğine girmiştir. Yine aynı yüzyılda Hristyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul edilmiş ve Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlehem’de Milat Kilisesi inşa ettirilmiştir. Mescid-i Aksa, yani Beyt-ül Mukaddes ise tamamen terk edilmiş, harap bir haldedir. 7. Yüzyıla geldiğimizde ise İranlılar, Yahudilerin de yardımıyla Kudüs’ü Roma’dan koparmışlarsa da, sadece 10 yıl sonra Doğu Roma İmparatorluğu,  Kudüs’ü tekrar ele geçirmiştir. Hz. Muhammed döneminde Mescid-i Aksa, daha önce de belirttiğim nedenlerle kutsal bir mekan olması sebebiyle İslam dünyasının ilk kıblesi olmuştur. Ancak, daha sonra gelen bir ayetle (Bakara,144) Müslümanlar kıble olarak Mekke’deki  Mescid-i  Haram’a  yönelmişlerdir.
7.yüzyılda Hz.Ömer,  Kudüs’ü fethetmiş ve Mescid-Aksa’nın olduğu yere bir cami yapılmasını sağlamıştır. Daha sonra gelen Emevi, Abbasi ve Fatimiler (halifelikler) döneminde bu Mescid üzerinde birçok eklemeler ve değişiklikler yapılmıştır.
İşte, bu noktaya kadar da Müslümanlar için önemini gördüğümüz Mescid-i Aksa, Hristyanlar için önemini  1099’daki 1. Haçlı Seferi sonrasında kazanacaktır. Yüksek bir tepede olması, önemli ticaret yollarının tam ortasında olması ve askeri anlamda stratejik bir konumda olması nedeniyle tapınak Şövalyeleri bu mekanı kendilerine üs olarak kullanmaya başlamışlar ve bir de Kilise inşa etmişlerdir. Hz. İsa’nın tebliğlerini buralarda yaymış olması, hayatının önemli olaylarının burada geçmiş olması hiç kuşkusuz Hristyan dünyası için de burayı vazgeçilmez, kutsal ve önemli kılmaktadır.
1187 yılına gelindiğinde, Selahattin Eyyubi Kudüs’ü Haçlılardan geri alır ve tekrar bir cami inşaasına girişilir. 1345 yılında, Memlüklüler döneminde son halini alır Mescidi Aksa. 1518’de Osmanlı egemenliğine giren Kudüs, 1918 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde hem şehir imar edilmiş, hem de Mescidi Aksa’ya yeni eklemeler yapılmıştır.

1922-1947 yılları arasında İngiliz idaresinde olan Kudüs toprakları, İsrail Devleti’nin kurulması ile birlikte Doğu ve Batı Kudüs olarak ikiye ayrılmış, daha sonrasında İsrail, Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Doğu Kudüs'ü 1967 yılında işgal etmiştir. Bu tarihten 2000 yılına kadar, Ürdün'e bağlı Mescid-i Aksa Vakfı, Harem-i Şerif'in yönetiminde tek söz sahibi oldu. Müslüman olmayan turistlerin Aksa'nın avlusuna düzenledikleri ziyaretler de Aksa Vakfı'nın kontrolünde gerçekleşti. Günümüzde, İsrail Devleti’nin yürüttüğü Süleyman Tapınağı kazıları Mescidi Aksa’nın tam altına denk gelen bölgede yapılmaktadır. Bu durum, Filistinliler ve İsrailliler arasında gerginliklere neden olmaktadır.