1 Mart 2017 Çarşamba

Mescid-i Aksa

Mescid-i Aksa / Kudüs
         İsrail Kudüs turunun belki de en önemli ziyaret durağı olan Mescid-i Aksa tek tanrı inancına sahip 3 ibrahimi dinin en kutsal saydığı mekanların başında geliyor. Hatta öyle ki İslami inanışa göre Medine ve Kabe’den sonra en önemli mabetlerin arasında üçüncüsü olarak sayılıyor.
         Mescid-i Aksa’ ya sadece İslamiyet penceresinden bakılacak olursa söylenecek ve anlatılacak çok şey var. Bunların başında da hiç şüphesiz İslamiyetin peygamberi  Hz. Muhammed’ in miraca yükseldiği  yerin bu mekanda bulunuyor olması geliyor. Aslında söz konusu bu alan Tapınak tepesi olarak adlandırılıyor ve Kubbet-üs Sahra da Mescid-i Aksa ile birlikte bu alanın yapılarından en önemlisi.
Kudüs’ü daha önce gezip görmeyen veya bu bilgiye erişemeyenler genelde Mescid-i Aksa ile Kubbet üs Sahra’yı aynı yapılar sanmaktadır. Her ne kadar her ikisinin de içinde namaz kılınıyorsa da Mescid-i Aksa tam anlamıyla bir camii olup apayrı bağımsız bir mimari eserdir, Kubbet üs Sahra ise daha ziyade  ufak ama kutsal bir mescit havasındadır. Muallak taşının bulunduğu bu yerin üstüne sekizgen bir yapı olarak kubbeli bir mimari tarzda inşa edilmiş olan Kubbet üs Sahra Hz.Muhammed’in miracı sırasında ayaklarını yere en son bastığı nokta olarak kabul edilmekte ve bu yüzden de manevi açıdan daha bir önem kazanmaktadır. Kubbetü-üs Sahra, görsel  hafızamıza altın kubbesiyle kazınan, Kudüs’ün simgesi sayılan sekizgen yapı olup, Mescid-i Aksa ‘dan tamamen bağımsız apayrı bir mabettir. Her iki islam mescidinin bulunduğu bölgeye Müslümanlar Harem-i Şerif adını veriyor.
“Peki ya Mescid-i Aksa nedir?” diye soracak olursak, hikayesi uzun ve ilginç bir konu karşımıza çıkıyor. Dilerseniz şöyle başlayalım: Her şeyden önce Arapça’da  “Mescid” kelimesi bizim Türkçemiz’deki  “Cami” kelimesi ile eş anlamlıdır.  Arapça’da kısaca “El Aksa” olarak da adlandırlıyor. Bunun nedeni, “uzak” anlamına gelen Arapça’daki  “aksa” kelimesinin Mekke’deki Mescid-i Haram’dan uzak olmasını ifade ediyor olmasıdır. Ki bu konu Kuran-ı Kerim’in İsra suresinin 1. ayetinde aynen geçmektedir. O zamana kadar Beyt-ül Mukaddes, ( ya da Beyt-ül Makdis)  olarak anılmakta olan Mescid-i Aksa, daha öncesinde , ya da bir başka deyişle, İslamiyet öncesinde neydi peki? Bunu anlamak için tarihe bir göz atmak gerekiyor. Sizleri sıkmadan kısaca bir bakalım o zaman.
Kudüs bölgesinde ilk bilinen ve yaşamış olan toplum olarak Yebusileri görüyoruz. Daha sonra bölge Mısır Firavunlarının egemenliğine giriyor. M.Ö 1000 yıllarında İsrailoğullarından Kral Davut Kudüs’ü ele geçiriyor ve bu tepeye bir  tapınak inşa ediyor. Kral Davut’un yaptırdığı bu tapınak daha sonra oğlu Süleyman döneminde daha da imar edilerek Süleyman Tapınağı olarak biliniyor ve ihtişamı nedeniyle tüm antik dünyada nam salıyor. Ancak Süleyman’ın ölümüyle birlikte İsrailoğulları buralardaki hakimiyetini kaybetmeye başlıyor. M.Ö. 6.yüzyıla gelindiğinde Babil kralı Nebukadnezar Kudüs’teki bu tapınağı yıkıp Yahudileri Babil’e sürgüne gönderir ve Beyt-ül Mukaddes tapınağnı da yerle yeksan ediyor. Ancak, akabinde Babillerin, Persler’e yenilmesi sonrasında Yahudiler  50 yıllık sürgün sonrasında Kudüs’e geri dönüp, tapınaklarını yeniden inşa ederler. İşte buna da 2. tapınak adı verilir.
2. tapınak Kral Herod döneminde yeniden imar edilse de M.S.70 yılında Roma İmparatoru Titus, Kudüs’ü fetheder ve şehri  yerle bir etmekle kalmaz, tapınağı da yıkıp 7 kollu şamdanı da buradan alır ve tüm Yahudileri sürgüne gönderir. Buraya kadar Yahudiler için son derece önemli olan Süleyman Tapınağı’nın hikayesini görmüş olduk. Ancak, bu noktadan sonra tarih hikayemiz biraz karmaşıklaşıyor. Nedeni ise, tam da bu dönemde Kudüs ve civarında hızla yayılmaya başlayan yeni din Hristyanlık devreye giriyor. Hz. İsa bu topraklarda peygamberliğini ilan etmişti. Ancak, bu topraklarda hüküm süren Roma İmparatorluğu 4. Yüzyılda Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılmış ve Kudüs Doğu Roma’nın egemenliğine girmiştir. Yine aynı yüzyılda Hristyanlık Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul edilmiş ve Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlehem’de Milat Kilisesi inşa ettirilmiştir. Mescid-i Aksa, yani Beyt-ül Mukaddes ise tamamen terk edilmiş, harap bir haldedir. 7. Yüzyıla geldiğimizde ise İranlılar, Yahudilerin de yardımıyla Kudüs’ü Roma’dan koparmışlarsa da, sadece 10 yıl sonra Doğu Roma İmparatorluğu,  Kudüs’ü tekrar ele geçirmiştir. Hz. Muhammed döneminde Mescid-i Aksa, daha önce de belirttiğim nedenlerle kutsal bir mekan olması sebebiyle İslam dünyasının ilk kıblesi olmuştur. Ancak, daha sonra gelen bir ayetle (Bakara,144) Müslümanlar kıble olarak Mekke’deki  Mescid-i  Haram’a  yönelmişlerdir.
7.yüzyılda Hz.Ömer,  Kudüs’ü fethetmiş ve Mescid-Aksa’nın olduğu yere bir cami yapılmasını sağlamıştır. Daha sonra gelen Emevi, Abbasi ve Fatimiler (halifelikler) döneminde bu Mescid üzerinde birçok eklemeler ve değişiklikler yapılmıştır.
İşte, bu noktaya kadar da Müslümanlar için önemini gördüğümüz Mescid-i Aksa, Hristyanlar için önemini  1099’daki 1. Haçlı Seferi sonrasında kazanacaktır. Yüksek bir tepede olması, önemli ticaret yollarının tam ortasında olması ve askeri anlamda stratejik bir konumda olması nedeniyle tapınak Şövalyeleri bu mekanı kendilerine üs olarak kullanmaya başlamışlar ve bir de Kilise inşa etmişlerdir. Hz. İsa’nın tebliğlerini buralarda yaymış olması, hayatının önemli olaylarının burada geçmiş olması hiç kuşkusuz Hristyan dünyası için de burayı vazgeçilmez, kutsal ve önemli kılmaktadır.
1187 yılına gelindiğinde, Selahattin Eyyubi Kudüs’ü Haçlılardan geri alır ve tekrar bir cami inşaasına girişilir. 1345 yılında, Memlüklüler döneminde son halini alır Mescidi Aksa. 1518’de Osmanlı egemenliğine giren Kudüs, 1918 yılına kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde hem şehir imar edilmiş, hem de Mescidi Aksa’ya yeni eklemeler yapılmıştır.

1922-1947 yılları arasında İngiliz idaresinde olan Kudüs toprakları, İsrail Devleti’nin kurulması ile birlikte Doğu ve Batı Kudüs olarak ikiye ayrılmış, daha sonrasında İsrail, Mescid-i Aksa'nın da içinde bulunduğu Doğu Kudüs'ü 1967 yılında işgal etmiştir. Bu tarihten 2000 yılına kadar, Ürdün'e bağlı Mescid-i Aksa Vakfı, Harem-i Şerif'in yönetiminde tek söz sahibi oldu. Müslüman olmayan turistlerin Aksa'nın avlusuna düzenledikleri ziyaretler de Aksa Vakfı'nın kontrolünde gerçekleşti. Günümüzde, İsrail Devleti’nin yürüttüğü Süleyman Tapınağı kazıları Mescidi Aksa’nın tam altına denk gelen bölgede yapılmaktadır. Bu durum, Filistinliler ve İsrailliler arasında gerginliklere neden olmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder